FATİH AKTAŞ|DERS ADASI|FEN VE TEKNOLOJİ|FİZİK|KİMYA|BİYOLOJİ|TÜRKÇE|MATEMATİK|SOSYAL|İNGİLİZCE
  HORMONAL SİSTEM
 

Gelişmiş ve karmaşık yapılı hayvanlarda birçok vücut kısmının işleyişi iki büyük sistem tarafından düzenlenir. Birincisi sinir sistemi diğeri ise endokrin sistemdir. Sinir sistemi ve duyu organları, değişen çevreye birkaç milisaniye içerisinde tepki göstermek suretiyle canlının uyumunu sağlamasına karşın, endokrin bezler aracılığıyla gösterilen tepkiler çok daha yavaş oluşur. Bu süre, dakikalar, saatler ve hatta haftalar alabilir.

Fakat hormonlarla oluşan tepkiler, sinirsel tepkilerden çok daha uzun süre etkili olur. Bazen bu iki sistemin sınırlarının belirli olmadığı durumlar vardır. Örneğin sinirle taşınan maddelerin olduğu ve bunların hormonlardan pek farklı olmadığı bilinmektedir ( sempatik sinirlerin noradrenalini, böbrek üstü bezinin adrenalini gibi ). Keza hipotalmus gibi hem sinirsel hem de hormonal etki yapan sistemler de vardır. Endokrin bez sistemlerin salgılarına “Hormon” denir. Hormonlar ya diffüzyonlar ya da kan ile belirli organlara veya dokulara taşınarak oradaki işlevleri düzenlerler. Tüm metabolik işlevler, çok tipik olarak büyüme, üreme ve edokrinal düzenlemenin etkisi altındadır. Glikozun, sodyumun, potasyumun, kalsiyumun, fosfatın ve suyun hem kanda hem hücre arası sıvıda belirli derişimler de tutulmasında bu hormonların çok büyük önemi vardır. Hormonal düzenleme ve denetim, böceklerde, kabuklularda, halkalı solucanlarda, yumuşakçalarda, diğer bazı omurgasızlarda ve omurgalılarda doğal olarak ta insanda saptanmıştır.

ENDOKRIN BEZLER

Endokrin bezler, suda ya da yağda eriyen salgılarını doğrudan doğruya kana ( lenfe ve serebrospinal sıvıya) verirler. Ayrıca bir salgı kanalları yoktur. Pankreas hem endokrin hem de eksokrin bezdir. Enzimlerini, pankreas kanalıyla bağırsağın onikiparmak bölgesine akıtır ve meydana getirdiği hormonları da kan yoluyla diğer vücut kısımlarına gönderiri. Ayrıca yumurtalık ve testis de hem endokrin hem eksokrin özellik gösterir.
Hormon terimi ilk defa 1905 yılında İngiliz fizyoloğu E.H. Starling denen araştırmacı tarafından, pankreasın onikiparmağa döktüğü salgının sekretin ile denetimi üzerinde çalıştığında, kullanılmıştır. Starling, hormonu vücudun belirli kısımlarındaki hücrelerden üretilen herhangi bir maddenin, kan yoluyla uzaklara taşınarak orada işlevlerin iyi yürümesini sağlayan maddeler olarak tanımlamıştır.

İzole edilen hormonların, protein ( dolayısıyla aminoasit ), yağ asidi ya da stereoyitlerden oluştuğu gösterilmiştir. Normal vücut işlevleri için tüm hormonların optimal miktarda bulunmaları gereklidir. Herhangi birinin az veya fazla salgılanmasında patolojik bazı anormallikler ortaya çıkar…
Binlerce yıl önce insanların ve hayvanların kısırlaştırılmasıyla endokrinoloji üzerinde ilk uygulamalı gözlemeler yapılmıştır. Nitekim 1849 yılında Berholda, bir kuştan diğer kuşa testis nakli yapmak suretiyle, bu bezlerin kanda taşınan bazı maddeler salgıladığını ve bu salgıların da ikincil eşey özelliklerini ortaya çıkardığını buldu. İngiliz fizikçisi ADDISON, 1855’de bugün kendi adıyla anılan hastalığın semptomlarını gözledi ve bu hastalığın böbrek üstü bezi adrenalinin kabuk kısmının bozulmasıyla ortaya çıktığını buldu. İlk endokrinolojik terapi 1889’da Fransız fizyologu BROWN-SEQUARD tarafından, testis özütünün kendine enjekte edilmesiyle yapıldı. Bu araştırıcı alının testis hormonlarıyla insanların tekrar gençliklerine veya en azından eski eşeysel etkinliklerine dönebileceğini savunuyordu. İlk defa izole edilmiş ve kimyasal yapısı aydınlatılmış hormon epinefrindir.Bu deney 1902 yılında yapılmıştır.

Hormonal etki gösterebilen kimyasal maddeler çok çeşitlidir. Bunlar amino asitler ya da onların türevleri, pürinler, protein ve steroitler olabilir.
Pek az hormon çeşidi vücuttaki tüm hücrelerin metabolizmasına etki eder. Her hücre bu hormonların varlığına tepki gösterdiği gibi, yokluğuna da birçok olumsuz metabolik değişiklik meydana getirmek suretiyle tepki gösterir. Bununla birlikte çoğu hormon, kanla, vücudun her tarafına karşın, ancak belirli hücrelere etki eder. Örneğin, kanda dolaşan sekretine yalnız pankreas tepki gösterir. Belirli bir hormona tepki gösteren hücrelerin tümüne o hormonun “ Tepkime Organları” denir. Tiroit bezi, ön hipofiz tarafından salgılanan tirotropin (TSH) hormonunun tepkime organı; ovaryum ve testis yine epifiz tarafından salgılanan gonodotropin (FSH) ve (LH)’nın tepkime organlarıdır. Bazı hormonlar, örneğin, estradiyol, önce birincil tepkime organlarında daha az olarak ses, kemik büyümesi ve vücuttaki kıl dağılımında, üçüncül olarak da diğer bazı organ ve dokularda kendini gösterir. Yalnız bu son doku ve organlarda hormon artık çok daha az etkindir. Bazı dokuların örneğin estradiyola tepkileri, içerdikleri bir proteinin bu hormonu tutarak bağ yapmasıyla oluştuğu şeklinde açıklanmaktadır. Uterus, vajina, epifiz ve hipotalamus bu proteini içeriklerinden dolayı kandan estradiyolu alarak biriktirirler ve böylece miktarı kandakinden defalarca fazla hale geçer. Hormonun, hücrenin dışından alınarak içeriyi taşınmasında bu proteinlerin rolü olduğu sanılmaktadır. Oviduktta progestron ve prostatta testestron için özel protein almaçlarının olduğuna dair birçok kanıt vardır.

Hücre zarında ( polipeptip hormonlar için), sitoplazmada ( steroyit hormonları için) ve çekirdekte (tiroyit hormonlar için) hormonları tanıyan özel bölgelerin olduğu birçok olayda bilinmektedir. Örneğin XY genotipindeki bazı kişilerin tamamen dişi özelliği gösterdiği gözlenmiştir. Bu tip insanlarda “ Revers Gen ” dediğimiz bir gen hücre zarı üzerinden erkeklik hormonlarının tanıyacak ya da alacak özel bölgelerin oluşmasını engeller ve dolayısıyla, erkeklerde bulunan az miktardaki dişilik hormonları, bu erkeklik genotipli bireyin dişi yönünde gelişmesini sağlar.

HORMONLAR, SALGILANDIKLARI BEZ ve FİZYOLOJİK ETKİLERİ

Hormon

Salgılandığı Bez

Fizyolojik Etkileri 

Tiroksin

Tiroit Bezi

Bazal metabolizmayı artırır.

Triyodotironin

Tiroit Bezi

Bazal metabolizmayı artırır

Parathormon

Paratrioit Bezi

Kalsiyum ve fosfor metabolizmasını düzenler.

Kalsitonin

Ulimonranşiyal bölge

Kalsiyum ve fosforu düzenler

İnsülin

Pankreasın beta hücreleri

Kasta ve diğer hücrelerde glikoz kullanımını artırır; kan şekerini azaltır; glikojen depolanmasını ve glikoz metabolizmasını artırır.

Glukagon

Pankreasın alfa hücrelerinden

Karaciğer glikojenini kan glikozuna çeviren metabolizmayı uyarır.

Sekretin

Onikiparmak mukozası

Pankreas sıvısının salgılanmasını uyarır

Kolesistokinin

Onikiparmak mukozası

Safra kesesinden safranın bırakılmasını uyarır.

Epiferin

Adrenal medulla

Sempatik sistemi destekler; karaciğer ve kas glikojeninin yıkımını uyarır.

Norepinefrin

Adrenal medulla

Kan damarlarını daraltır.

Kortizol

Adrenal korteks

Proteinlerin karbonhidratlara dönüşümünü uyarır.

Adosteron

Adrenal korteks

Sodyum ve potasyum metabolizmasını düzenler.

Dehidroepiandrosteron

Adrenal korteks

Androjen, erkek eşeysel özelliklerinin gelişimini uyarır.

Büyüme hormonu

Ön hipofiz

Kemik ve genel vücut büyümesini denetler; yağ, protein ve karbonhidrat metabolizmasına etki eder.

Tiotropin

Ön hipofiz

Tiroidin büyümesini ve tiroit hormonlarının salgılanmasını uyarır.

Follikül-uyarıcı hormon (FSH)

Ön Hipofiz

Yumurtalıktaki Graf folliküllerinin oluşumunu ve testislerde seminifer tüplerin büyümesini uyarır.

Luteinize edici hormon (LH)

Ön Hipofiz

Yumurtalıktan estrojen ve progesteronun; testislerden testestronun üretimini ve salgılanmasını denetler.

Prolaktin (LTH)

Ön Hipofiz

Yumurtalıktan estrojennin ve progestronun salgılanmasının sürdürülmesine; süt bezlerinin uyarılmasına ve analık içgüdüsünün doğmasına neden olur.

Oksitosin

Hipotalamus (arka hipofiz aracılığıyla)

Süt salgılanmasını ve rahim kaslarının kasılmasını sağlar.

Vazopressin

Hipotalamus (arka hipofiz aracılığıyla)

Düz kasların kasılmasını uyarır; böbrek tüpleri üzerinde antidiüretik etki gösterir.

Melanosit uyarıcı hormon

Hipofizin ön lobu

Kromatofor içindeki pigmetlerin dağılımını sağlar.

Estradiyol

Yumurtalığın follikülünü astarlayan hücreler.

Estrojen, dişi özelliklerinin gelişmesini uyarır ve devamını sağlar.

Progesteron

Yumurtalığın korpus luteumu

Estraus ve menstraul siklusların düzenlenmesini (estradiyol ile beraber) sağlar.

Prostaglandinler

Seminal vezikül

Rahim kasılmasını uyarır.

Koriyonik gonadotropin

Plesanta

Diğer hormonlarla beraber gebeliğin sürdürülmesini ( korpus luteumun korunmasını ) sağlar.

Plasental laktojen

Plasenta

Büyüme ve prolaktin hormonu gibi etki eder.

Relaksin

Yumurtalık ve plasenta

Pelvik ligamentinin gevşemesini sağlar.

Melatonin

Epifiz

Yumurtalık işlevlerini durdurur.

OMURGALILARDA ENDOKRİN BEZLER

Omurgalılarda endokrin bezler, ilkel hayvanlara göre çok daha çeşitlenmiş ve gelişmiştir. Bu bezleri inceleyen bilim dalına “Endokrinoloji” denir. Diğer vücut hücreleri gibi besin maddesi ve oksijen alan endokrin hücreleri, bu maddelerin bir kısmını hormon dediğimiz maddelere çevirir ve hücrenin metabolizma artık maddeleriyle birlikte kana verir. Omurgalılarda genellikle benzer işlevler gören bu endokrin bez gruplarını ana hatlarıyla inceleyelim.

A) Trioit Bezi:
Tüm omurgalılar, boyunlarında iki parçalı tiroit bezine sahiptirler. Genelde ağırlığı az olan bu bez insanda 25 gr. Kadardır. Memelilerde bu iki lob, gırtlağın her iki tarafında bulunur ve trakenin ventral tarafında enine uzanan bir dokuyla birbirine bağlanır. Tiroit, endokrin bezler içinde kan damalarınca donatılmış en zengin bezdir. Yutak tabanının ventral olarak büyümesiyle oluşur. Fakat gelişiminin erken evrelerinde yutak ile olan ilişkileri kopar (embiro 6 cm.’e ulaşınca bağlantı yitirilir). Kübik epitel hücrelerinden oluşmuş, için boş tek tabakalı küreler şeklinde gözükür. Bu kürelerin follikül denen iç boşlukları, onları çeviren epitel hücrelerinin jelatinimsi bir sıvısıyla dolmuştur.

 Follikül hücreleri kandan büyük miktarlarda iyot alıp biriktirme yeteneğindedir. Bu iyot, kolloyit sıvının içine salgılanan glikoprotein “Tiroglobulin” denen proteinin yapısına katılır. Kolloyit içindeki proteolitik enzimler, içeren “Tiroksin”’dir. Tiroksin , kan sıvısına geçer ve kan plazmasının belirli proteinleriyle gevşekçe bağlanarak taşınır. Dokularda dört iyot atomu içeren tiroksin, iç iyot atomu içeren “Triiiyodironin”’e dönüşebilir. Bu sonuncu bileşik tiroksinden birkaç defa daha aktiftir. Fakat hücrede hormon aktivasyonunun tiroksin olarak mı, triiyodotironin olarak mı yoksa bunlara yakın herhangi diğer bir türev şeklinde mi gerçekleştiği bilinememektedir.

 Tiroit işlevlerinin saptanması , 1874’de İngiliz fizikçisi William Gull tarafından, meydana getirdiği hastalıkların gözlenmesiyle başlar. Bu bezin işlevlerinin azalmasıyla kurumuş gevşek deri, kırılabilen kuru kıl gibi oluşumlar, zeka ve fiziksel yapıda gerileme görülür. İsveçli ir cerrah, bir grup hastasının tiroit bezini çıkardı ve Gull’un gözlediği tüm bulguları elde etti. 1895 yılında, Magnus-Levy, kalorimetre kullanarak hastalarda metabolizma oranını saptadı ve “Myxedema” = Gull Hastalığı denen hastalıkta metabolik işlevlerin düşük olduğunu gördü. Bu hastalar tiroit bezi ile beslendiklerinde normal metabolik işlevlerini tekrar kazanıyorlardı. Bu gözlemden, tiroit bezinin, vücuttaki tüm hücrelerin metabolik işlevlerini denetleyen bir hormon salgıladığı varsayımına gidilmiştir. Tüm omurgalılardaki tiroit hormonunun rolü, oksidatif yani enerji oluşturan işlevlerin hızını yükseltmektir. Normal koşullarda vücudun çıkardığı ısı miktarı ve daha sonra verilen tiroit özütünden dolaylı fazladan oluşan enerji ya da daha az çalışmasından dolayı ortaya çıkan düşün enerji miktarları kalorimetre ile ölçülür (bu ölçüm harcanan oksijenin hesaplanmasıyla yapılmaktadır ) ;buna göre tioit hormonları ile enerji verimi arasında ilişki saptanır. Mitokondrilerin bulunduğu bir süspansiyona tiroksin eklendiğinde mitokondriler şişer ve geçirgenlikleri değişir. Tioksinin hücre içinde de mitokondriler üzerinde aynı etkiyi gösterip göstermediği bilinmemektedir. Bir memeli hayvanın tiroit bezi tamamen çıkarıldığında, metabolik işlevler yarı yarıya azalık ve sıcaklık hafifçe düşer. Besinler tam anlamıyla değerlendirilmediği için , depo edilmeye ve sonuçta anormal şişmanlıkların ortaya çıkmasına neden olur. Hatta bu bezin kısmen çıkarılması ya da işlev görmesinden alıkonması, oksijen gereksinimini azaltacak; karbonhidrat, yağ ve protein yıkımını büyük ölçüde aksatacaktır. Metabolik işlevler üzerindeki etkisi bireyin büyümesinde ve organların farklılaşmasında önemli rol oynar. Genç yaşta tiroit bezi körelmiş ya da çıkarılmış bir hayvan, vücutça büyüyemez, zeka bakımından geri kalır, eşeysel organları pek az farklılaşır ve çok defa küçük kalır. Bütün bu arızalar genç yaşta, tiroksin verilmesiyle düzeltilebilir.

Kurbağa ve semenderlerin metamorfozu yine tiroit bezinin hormonlarıyla gerçekleşir. Larvadaki tiroit bezinin çıkarılması onun metamorfoz yapmasını önler; fakat fazladan verilmesi de aynı zamanda cüce bir ergine dönüşmesini sağlar. Bu larvalar üzerindeki etkisi yalnızca metabolik işlevlerin düzenlenmesi ile ilgili değildir. Çünkü sadece larvaların metabolik işlevlerini hızlandıran dinitrofenol verildiğinde herhangi bir metamorfoz yine görülmez. Bu, tiroit bezi salgılarının larvalar üzerindeki metabolik işlevlerinin düzenlenmesinin ötesinde diğer bir takım etkileri de üzerine aldığını göstermektedir. Keza balıkların yaşadığı suya tiroksin ya da tiroit özütü karıştırılırsa, büyümelerinin daha hızlı olduğu gözlenir.

Troksinin üretimi ve salgılanması hipofiz bezinin ön lobundan çıkan “Tirotropin” = Tiroit uyarıcı hormon (TSH) denen hormonla düzenlenir. 1916’da P.E. SMITH, kurbağa larvasından hipofiz bezini çıkararak metamorfoz meydana gelmesini önledi.Hipofiz bezi tarafından salgılanan tirotropin salgısı, kısmen kanda bulunan tiroksin miktarı tarafından düzenlenir. Kandaki tiroksin miktarının düşmesi hipofize etki ederek tirotropin üretmesini sağlar. Bu hormon, kanla birlikte tiroit bezine gelerek tiroksin hormonunun yapımını başlatır ve hızlandırır. Kanda, tiroksin hormonunun miktarı normal düzeye ulaşınca, hipofizden tirotropin salgılanması durur. Bu şekilde bir denge mekanizması tiroksin miktarının kanda belli bir seviyede kalmasını sağlar ve tüm olayların belirli bir düzen içerisinde yürütülmesini sağlar. Tiroksin içinde etkin olan atom, iyot atomu olduğundan, bunun eksikliği tiroksin maddesinin üretilmesini azaltır ya da tamamen durdurur. İyot azalması tiroksinin azalmasına, tirotropin hormonunun fazla üretilmesine, bunun sonucunda tiroit bezi folliküllerinin genişlemesine ve sayıca artmasına neden olur. Bu genişleme “Guatr” hastalığını meydana getirir. Thiouraçil ve benzer maddeler “Guatrogonik” yapan maddelerdir. Bu maddeler tiroksin üzerine iyodu bağlayan ve oksitleyen tepkimeleri bloke eder; böylece tiroksin üretimi düşer ve yukarıdaki hastalık meydana gelir. Bu hastalık ile sayısı artan trioit folliküllerinden  dolayı tiroit bezinin ağırlığı bazen birkaç kilograma kadar ulaşabilir. Tedavisi ise iyot vermektir…
 Çocukluk yaşlarında tiroit bezinin bozuklukları cücelik ve “Cretenismus” = Avanaklık olarak bilinen bir çeşit zeka geriliği medyana getirir. Dağlık bölgelerde iyodun az olması  ya da tiroit bezinin çalışmasını önleyici maddelerin fazla alınması ya da hipofiz ön lobunun yetersiz üretimi tiroit salgısının azalmasına neden olur. Ülkemizde Karadeniz sahilinde çok fazla karalahana yenmesi, Doğu Anadolu’nun yüksek olması nedeniyle tiroitli hastaların sayısı fazladır.
 Erginlerde tiroit bozukluğu Myxedema Hastalığı’nın ortaya çıkmasına neden olur. Bu hastalarda metabolik işlevler normalden yavaştır. Zihni işlevlerde bozukluklar meydana gelmeye başlar. Keza şişmanlık, nabız yavaşlaması, uyuşukluk gibi durumlar bu hastalığın tipik bulgularındandır.
 Tiroit bezinin kalıtsal ya da çevre koşullarından dolayı aşırı çalışmasıyla Graves = Basedow Hastalığı olarak bilinen “Eksophtalmik Guatr” ortaya çıkar. Tiroit bezi normal ya da aşırı büyümüş olabilir. Normalden fazla tiroksin çıkardığı için metabolik işlevler artar; bununla ilişkin olarak ısı üretimi fazlalaşır; hasta kilo kaybetmeye başlar, kan basıncı yükselir, terleme artar, sürekli sıcaklıktan şikayet vardır, birey genellikle sinirlidir. “Exoptalmos” denen göz küresinin dışarı doğru fırlaması çok belirgindir. Hastalığı tedavisi için genelde bezin bir çalışmaz hale getirilir; yani ya bezin bir kısmı cerrahi müdahale ile çıkarılır, ya X ışınıyla bezin belirli bir kısmının çalışması önlenir ya da 131 I izotoplarının verilmesiyle tedavi edilebilir.

B) Paratiroit Bezler:
Karasal omurgalılarda (amfibilerden aşağı hayvanlarda yoktur) tiroit bezinin içine gömülmüş paratiroit bezler ismi verilen küçük doku yığınları vardır. Genellikle 3. ve 4. faranjiyal kese çiftlerinin dışarıya doğru büyümesiyle iki çift paratiroit bezi meydana gelir. İnsanda 0.1-0.5 gr. Ağırlığındadır. Her paratiroit bezi oldukça sert bir kısımdan ve tiroit bezindeki küremsi dizilişten farklı olarak bant şeklinde dizilmiş epitel hücrelerinden oluşmuştur. Salgıladığı “Parathormonu” vücut sıvısındaki ve kandaki kalsiyum ve fosfor miktarını düzenler. İşlevi D vitaminininkine çok benzer. Bu bez çıkarıldıktan birkaç gün sonra ölüm meydana gelir. Parathormon tek bir peptit zincirdir ve 84 aminoasitten meydana gelmiştir; moleküler ağırlığı 8.500’dür. Proteolitik enzimlerle inaktive olduğundan ağızdan verilmesi imkansızdır. Parathormon, kalsiyumun bağırsak lümenlerinden emilmesini hızlandırır; kalsiyumun kemiklerden kana geçmesini ve böbreklerden atılan kalsiyumun geriye emilmesini sağlar. Paratiroitektomi ( paratiroidin çıkarılması ), kan serumunda kalsiyumun azalmasını ve fosforun böbrekten salgılanmasını azaltarak kandaki miktarının çoğalmasını sağlar. Canlının kaslarına kramp girer ve sürekli tetanos gibi titremeler ve sallanmalar ortaya çıkar. Göz merceği donuklaşır, deri ve tırnak gibi yapıların bozulduğu, beyine noktalar şeklinde kan toplandığı görüşür. Bu semptomlar, vücut ve kan sıvısındaki kalsiyum miktarın düşmesiyle meydana gelir. Kalsiyum çözeltisinin enjeksiyonu ile tetanik titremeler hemen durur ve daha sonraki uygun tedavileri ile bu titremelerin tamamen önüne geçilebilir.

Paratiroitin aşırı çalışması genellikle ur oluşumlarıyla ortaya çıkar; kan içeriğinde yüksek oranlarda kalsiyum ve düşün oranlarda fosfor; aynı zamanda sidikte yüksek oranlarda kalsiyum ve fosforun bulunmasıyla tanınır. Kalsiyum, kemiklerden çekilmeye başlandığından, kemikler yumuşar ve kolay kırılabilir duruma geçer. Kaslarda zayıflık, kusma, idrarda artma, böbrek taşlarının yapımında hızlanma görülür.

C) Pankreasın Hücre Adacıkları:
Pankreas içine dağılmış hormon üreten endokrin hücre adacıkları vardır; bunlara “Langerhans Adacıkları” denir. Kesitlerde ve boyamalarda kendilerini çeviren dokulardan farklı özellikler gösterirler. Etrafındaki “Acinar” hücrelerinden daha fazla kan damarıyla donatılmıştır ve bağlı oldukları herhangi bir kanal yoktur. Bu adacıkların hücreleri sitoplazmalarındaki granüllerin boyanmasına göre iki ya da da fazla çeşide ayrılabilir (insülini salgılayan beta (β), glukagonu salgılayan alfa (α) hücreleri). Pankreas, onikiparmaktan dışa doğru büyüyen iki çıkıntıdan, özellikle omurgalıların çoğunda bu çıkıntıların birleşmesinden meydana gelir. Adacık hücreleri pankreatik kanal bir kol olarak gelişir; fakat daha sonra bu kanal ile olan tüm ilişkilerini yitirir.

Şeker hastalığının farkına yüzyıllarca önce varılmasına karşın, neden ve tedavisi hemen hemen hiç bilinmiyordu. Fakat 1889 yılında Mering ve Minkowsi, pankreasın sindirim üzerindeki rolünü inceleyen araştırmalarında, pankreası ameliyatla dışarı almış ve aynen şeker hastalığının bulgularını görmeye başlamışlardır. Daha sonra bu hastalar, pankreas ve pankreastan yapılmış özütlerle beslenmiş_ fakat hiçbir iyileştirici sonuç alınamamıştır. Çünkü pankreas tarafından salgılanan proteolotik enzimler özütün yapımı sırasında hormonun proteinini tahrip etmektedir. 1922 yılında Banting ve Best, antidiyabetik etki gösteren hormonu, fetal pankreastan, ayrıca özütleme işlemi yapılmadan önce kanalları bağlamak suretiyle sindirim enzimlerini sentezleyen hücreleri öldüren pankreastan elde ettiler. Çünkü bu evrede pankreasın endokrin hücreleri eksokrin hücrelerinden önce çalışmaya başladığından proteolitik enzimler salgılanmaz ve bu şekilde endokrin salgılar yıkılmadan, özütlemeyle dışarı alınabilir. İlk saflaştırılmış insülin kristalleri 1927 yılında Abol tarafından yapılmıştır. Bugün ticari amaçla kullanılan insülin, sığır, koyun ve domuzun pankreasından alınan asit-alkol yöntemiyle, proteolitik enzimleri inaktive edilmek suretiyle ve son zamanlarda mikroorganizmalar aracılığıyla elde edilir.

İnsülinin ticari birçok preparatı diğer bir hormon daha içerir. “Glucagon” denen bu hormon insülinin aksine kandaki şeker derişimini artırır. Bu hormon ilk defa Sutherland tarafından insülinden izole edilerek ayrılmış, kristalleri yapılmış ve 29 aminoasitten oluşmuş tek bir protein zinciri olduğu saptanmıştır. Glukagon, langerhans adacıklarının alfa hücreleri tarafından salgılanmaktadır. İnsülin ve glukagon, hipofiz, adrenal medulla ve adrenal korteksin belirli salgılarıyla beraber karbonhidrat metabolizmasını düzenler. Glukagon, cAMP aracılığıya fosforilaz enzimini aktive eder ve bu enzim de karaciğerde glikojeni glikoza yıkarak , onun kana geçmesini sağlar; böylece kandaki glikoz miktarı artmış olur. İnsülin, kandaki glikozun, glikoz-fosfat halinde hücre içine girmesini sağlar, karaciğerde glikojen yıkımını azaltır ve bu şekilde kandaki glikoz miktarı azalmış olur. Buna karşın iskelet kaslarındaki glikojen deposu, karbonhidrat metabolizması ve bununla ilişkin olarak karbondioksit ile su üretimi artırılmış olur. İnsülinin azalması glokokortikoyitlerin aksine antikatabolik etki yapar. Ve karbonhidrat kullanımını azaltır; bunun sonucu olarak protein, yağ ve diğer maddelerin yıkımı ve yapımında birtakım değişiklikler ortaya çıkar. Aynı zamanda mevcut somatotrop hormon hücre zarı geçirgenliğini ve keza pinositozu arttırır.

Pankreasın, ameliyatla alınması ya da özellikle yaşlılarda ortaya çıkan diabetes mellitus ( şeker hastalığı )’da yeterince insülin salgılanmaması sonucu glikoz kullanımında bir takım bozukluklar meydana gelir. Kandaki glikoz derişimi büyük ölçüde artar (Hiperglisemi), dolayısıyla böbrekteki eşik glikoz derişimini aşar ve idrar ile bol miktarda glikoz atılmaya başlanır. Bu fazla şekerin böbrekle dışarı atılması içinde bol miktarda suya gereksinme vardır; dolayısıyla hasta sürekli susuzluk duyar ve devamlı su içmek ister. Hücre içine yeterli miktarda glikoz girmediğinden dolayı protein molekülleri yıkılarak, aminoasidin karbon zincirleri glikoza çevrilmeye başlanır. Tıkılan proteinlerin çoğu üre şeklinde atıldığından, hastada sürekli olarak kilo kaybı görülür. Yağ depoları harekete geçirilerek yavaş yavaş yıkılmaya başlanır; fakat kandaki yağ derişimi kritik noktanın üzerine çıkacağından, kan sütlümsü bir görünüş alır. Yağ asitleri tamamen metabolize edilemez; asetoasetik ve aseton gibi kısmen oksitlenmiş ketonlu bileşiklere dönüşerek yağılma eğilimi vardır. Bu ketonlu bileşikler uçucu olduğu için şeker hastalarının nefesine tipik bir koku verir. Bu asidik maddeler kanın bazik deposunu tümüyle kullandıktan sonra kanda birikir ve üreyle beraber dışarıya atılır; buna “Asidozis” denir; sonuçta komaya girilir. Glokoneogenezisin yükselmesi ile idrarla atılan azot miktarı çoğalır ve vücuttaki protein azalır. Sonuçta gangliyon hücreleri dönüşsüz olarak zarar görür ve daha sonra ölüm meydana gelir. İnsülin enjeksiyonu ile tüm bu arazlar giderilebilir; glikoz metabolizması, dolayısıyla diğer tüm metabolik işlevler normal durumunu almaya başlar. Ancak insülin enjeksiyonu ile oraya çıkan iyileşme en fazla bir gün sürer; çünkü bu hormon dokularda yavaş yavaş parçalanır.
Büyük miktarlardaki insülin normal ve hasta insanlarda kan şekeri düzeynin düşmesine, kan basıncının yükselmesine, yağa karşı isteğin artmasına neden olur. Sinir hücrelerinin normal işlev görebilmesi için kandaki şeker miktarının normalden aşağı olmaması gerekir. Eğer kandaki şeker normalden aşağı düşerse sinirler aşarı duyarlı olur.

İnsülin üretimi kandaki glikoz derişimi ile denetlenir. Örneğin, yemekten sonra kandaki glikoz düzeyi yükselince, normal düzeyine indirebilmek için insülin salgılanmaya başlanır. Karbondihratlı besinler fazla alındığında ya da spor vs. gibi enerjiye gereksinme dösteren olaylarda ya da sinirlenmelerde kan şekeri hızla yükselir ve buna bağımlı olarakta idrardan şeker atılımı artabilir. Kan içerisindeki derişimi deneysel olarak yükseltilen glikozun bir iki dakika sonra farkına varılarak insülin salgılanması başlatılır. Glikoz, iskelet kaslarına ve adipoz dokulara nakledilince, kandaki glikoz miktarı azalır ve buna paralel olarak insülin salgılanması da durur.

D) Adrenal Bezler:
Memelilerin adrenal bezleri her iki böbreğin ön uç tarafında bulunur. Bu iki bezin her biri aşağı yukarı 12 mg. Ağırlığındadır. Fakat vücudun diğer organlarına göre çok daha zengin kan damarlarıyla donatılmıştır. Her adrenal bez iki bölgeden veya kısımdan oluşmuştur. Dıştaki açık renkli, sarımsı kısma “Adrenal Korteks”, içteki koyu, kırmızımsı kahverengi kısmına ise “Adrenal Medulla” denir. Kortikal doku, mezonefrik böbreklerin yanındaki sölomik mezodermden meydana gelmesine karşın; medullar doku ektodermildir ve sempatik gangliyonları oluşturacak sinirsel çıkıntılardan türemiştir.
Adrenal Medulla: Medulla hücreleri, kan damaları etrafında düzensiz kordonlar ve yığınlar halinde dizilmişt.r Adrenal medulla, birbirine yakın iki hormon salgılar; bunlardan biri “Epinephrin” diğer adıyla Adrenalin (% 10-30) öbürsü “Norepinephrin” diğer adıyla Noradrenalin (%70-90)’dir. Bunlar, tiozin denen aminoasitten, oksidasyonla ve dekarboksilasyonla türemiş basit kimyasal bileşiklerdir. Her iki hormonda kısa ömürlüdür; salgınlandıktan kısa bir süre sonra oksitlenirler. Kromaffin denen hücrelerde sentezlenir ve depolanırlar. Sempatik sinir hücrelerinin uyarılması ile bu hücrelerden serbest bırakılırlar. Norepinefrin aynı zamanda adrenerjik sinirlerin akson ucunda üretilerek impulsların komşu nörona geçmesini sağlar (nörotransmitter madde olarak). Epinefrin, kalbin atışını hızlandırı, kan basıncını yükseltir, karaciğer ve kaslardaki glikojen miktarını azaltır, kandaki glikoz miktarını çoğaltır ve kanın pıhtılaşma hızını yükseltir. Ayrıca göz bebeğinin büyümesine, yüylerin diken diken olmasına, kan damarlarının genişlemesine; fakat derideki kılcal damarların daralmasına neden olur. Korkudan rengimizin sararması derideki kan damalarının büzülmesiyle ortaya çıkar. Keza sindirimi de durdurur. Norepinefrin, kan şekeri ve kalp çarpması üzerinde çok zayıf; fakat kan damarlarının daralması üzerinde çok kuvvetli etkiye sahiptir.

Adrenal medullanın salgısı ani hareketlerde ve tehlikelerde sempatik sistemin işlevinin desteklenmesinde ve etkisinin devam etmesinde rol oynar. Epinefrin salgısı, sinirsel bozukluklarda, soğukta, acıda, sinirlenmelerde ve birçok ilaç çeşidi alındığında artar. Sempatik sinirin ve epinefrinin ortak işlevi ile birey avına saldırmak için, atılmaya, düşmanından korunmaya ve kaçmaya hazırlanır. Bu hazırlanış vücuttaki bazı değişliklere neden olur. Bunlar:

1. Kan basıncının yükselmesi, büyük damalarına genişlemesi ve kalp atışının artmasıyla etkin bir kan dolaşımının ortaya çıkması
2. Kan pıhtılaşma hızının yükselmesi ve derideki damalarına büzülmesiyle, meydana gelecek yaralanmalarda kan kaybının en düzeye indirilmeye çalışılması.
3. Solunum yollarının genişlenmesiyle ve nefes alma sayısının artmasıyla oksijen sağlanmasının güçlendirilmesi.
4. Karaciğer ve kaslardaki glikojen depolarının harekete geçirilmesiyle enerji elde edilmesinin kolaylaştırılması.
5. Hipofiz bezinden çıkan ACTH hormonunun meydana gelişinin hızlandırılması ve dolayısıyla adrenal korteksten çıkan, protein yıkımını ve karbonhidrat yapımını hızlandıran “Glikokortikoid” hormonların meydana gelişinin hızlandırılması.

Epinefrin, kliniklerde, solunum yollarını genişlettiğinden astım hastalığında, kan basıncının yükseltilmesinde ve duran kalbin tekrar aktive edilmesinde kullanılır.

Adrenal Korkteks: Adrenal korteks, medullandan hem anatomik ( üç tabakalı bir hücre dizilimi gösterir ) hem işlevsel olarak (etkileri farklı olan bir sürü hormon salgılar) çok daha karmaşıktır. Koteks üç tabakadan meydana gelmiştir; bu tabakalar dıştan içe doğru Glomerulosa ( Sert Tabaka ), ortada Fasciculata ( Taneli tabaka ) ve içte Reticularis (Ağsı tabakadır ). Hücreler, mitozla dış tabakadan üretilir, ağ tabakaya yani içe doğru itilir ve sonunda değişikliğe uğrayarak kaybolur. Taneli tabakanın hormon üretimi bakımından en aktif olduğu tabaka olduğuna inanılmaktadır. İnsanın ve diğer primatların emriyonik evrelerinde korteks ile medulla arasında büyük bir hücre yığını, “Fetal Zon”, olduğu için bu evrede adrenal bezler böbrek kadar büyüktür. Daha sonra, doğumu izleyen günlerde, fetal zon yavaş yavaş kaybolmaya başlar. Adrenal korteks bol miktarda C vitamin içerir.
 
Adrenal korteks steroyit yapılı şu hormonları salgılar.

1) Glikokortikoyit hormonlar: Poretinlerin karbondhidratlara dönüşmesini sağlarlar.
2) Mineralokortikoyit hormonlar: Sodyum ve potasyum metabolizmasını düzenlerler.
3) Androjen hormonlar: Erkek eşeysel hormonlardır.

Glikokortikoyitler (Şeker Metabolizmasını Etkileyen Hormonlar): Bu hormonlar kan şekerini artırır, aşırı insülin dozlarından sonra hipoglisemik krampları azaltır, yağdan ve proteinden karbonhidrat yapımını ve karaciğerde glikojen depolanmasını hızlandırır. Glikozun oksidasyonunu önler. Proteinler ve aminoasitler üzerindeki yıkıcı etkisinden dolayı idrarda azot miktarı artar. Mezenşimin tepkime yeteneği durdurulur, lenfatik dokular ve özellikler timüs körelir, eozinofil akyuvarların oluşumu önlenir.

Mineralokortikoyiler: En önemlileri “Aldosteron ve II-Deoksikortikosteron” ‘dur. Bu hormonlar, Na ve Cl iyonlarının böbrek tüplerinden ve keza diğer bez ve dokulardan geri emilmesini, keza potasyum salgılanmasını sağlar. Kandaki, doku sıvısındaki ve hücrelerdeki iyon derişimi mineralokortikoyitler tarafından düzenlenir. Yokluğu ölüme neden olur. Azlığı kan basıncının düşmesine, dokulardaki sıvının azalmasına, NaCL salgılanmasının artmasına, potasyum iyonlarının çoğalmasına ve sonuç olarak Na ve K iyon değişimi bozulduğu için kasların yorulmasına neden olur. Derideki pigmentleşme artar (Addison Hastalığı). Her iki hormonun da ACTH’nin salgılanmasında büyük bir etkisi yoktur.

Androjen Hormonlar: Hem erkeğin, hem dişinin adrenal korteksinden salgılanan “Dehidroepiandrosteron, Adrenosteron ve Steroitler” zayıf da olsa erkek eşey hormonu görevini görürler. Çok etkin olan erkek eşey hormonu “Testostron” her ne kadar büyük miktarlarda testislerden salgılanıyorsa da pek az miktarlarda adrenal korteksten de salgılanır. Erkek çocuklarında adrenal korteksin aşırı çalışması, androjen hormonların üretimini çoğaltır ve bireyin normalden önce erginliğe ulaşmasını sağlar. Bu çocuklar kas yapısı, kıllanma ve ses tonu bakımından ergin erkeklere benzerler. Dişilerdeki adrenal korteksin fazla çalışması, erkekleşmeye neden olur; sakal çıkar, ses kalınlaşır; yumurtalıklar, vajina ve rahim körelir; klitoris bir penis gibi gelişir.

Streoitler yalnızca adrenal kortekste değil, keza testislerde, yumurtalıklarda ve plasentada da yine kolestrolden sentez edilir.

Adrenal korteksin tamamen çıkarılması ya da işlev görmemesi ( firengi ve tüberkülozdan ) halinde “Addison Hastalığı” ortaya çıkar. İlk defa 1855 yılında İngiliz Thomas Addison tarafından tanımlanmıştır. Bu hastalıkta idrar içindeki sodyum ve bununla ilişkili olarak keza klorit, bikarbonat ve su miktarında artmalar görülür. Yapay ya da doğal kortizollerin ağızdan ya da damardan verilmesiyle tedavi edilebilir.

Adrenal  korteksin gelişmesi ve işlevlerini hipofiz bezinin ön lobundan salgılanan ACTH tarafından düzenlenir. ACTH, RNA ve protein sentezini aktive ederek adrenal korteksin hacminin büyümesine neden olur. Kolesterolün kortizola dönüşmesini sağlayan enzimlerden bir ya da birkaçının aktfiğliğinin yükselmesi ile kortikoyitlerin üretimi uyarılır. ACTH’nin adrenal korteksi uyarımı, kortizol üretiminin yükselmesine ve dolayısıyla kan içerisindeki derişimini artmasına neden olur. Bu ise negatif başa tepki (feed back) ile hipofizde ACTH üretimini azaltır. Kortizol bu engellemeyi ya doğrudan doğruya hipfiz içerisinde ACTH üretimini engellemeyle ya da dolaylı yoldan ACTH üretimini denetleyen, hipotalamus tarafından salgılanan CRF’yi, yani kortikotropin faktörünün üretimini azaltmayla yapar.

Kortizolün sentezinden sorumlu birkaç enzimden herhangi birinin kalıtsal olarak dejenerasyonu, adrenal korteksin büyümesine neden olur. En çok rastlanan bozukluk, streoidin 21. karbonuna bir hidroksil bağlayan enzimin yokluğudur. Bu şekildeki bir bozukluk biyosentetik yolda bazı ara maddelerin birikimine neden olur. Bu ara maddelerin bir kızmı artık kortizole dönüşmez ve andrtostenediyon gibi adnrojenleri meydana getirebilir. Bu sonuncu madde de ya adrenale ya da başka bir yerde testestrona dönüşebilir. Adrenal korteksin yetersiz kortizol salgılanması, ACTH miktarının normalin üstüne çıkmasına neden olur. Çünkü onun salgılanmasını durduracak faktör ortadan kalkmıştır. Bu durumda adrenal bezler daha da büyür ve dolayısıyla daha fazla adrojen salgılanmaya başlar. Androjenin fazlalığı bireyin erkekleşmesini ya da daha fazla erkekleşmesini sağlar.

E) Hipofiz Bezi:
Hipofiz, kafatasının altındaki küçük çöküntü içinde, hipotalamusun hemen atlında ve ona küçük bir köprü ile bağlı olarak bulunan, 0.5 gr. Ağırlığında tek bir endokrin bezdir. Şimdilik bilinen işlevleri yalnızca hormonaldir. Hipofiz, iki farklı emriyolojik yapının kaynaşmasıyla oluşur: Birincisi ağız tavanının yukarıya doğru büyümesiyle (Rathke Kesesi), ikincisi ise hipotalamusun aşağı doğru uzamasıyla (İnfudibulum). Her iki parça da ektoderm kökenlidir. Rathke kesesi, ağız ile olan ilişkini hemen hemen yitirmesine karşın, hipofiz beyin ile olan bağlanıtısını (yani infudibular sap) sürekli kalmıştır. Hipofiz üç lobludur; ön ve orta loblar Rathke kesesinden , arka lob infudibulumdan türemiştir. Hipfiz, adrenal gibi farklı işlevler gören bir bezdir.

 Ön lobta sinir lifleri yoktur; kan damalarıyla kendine ulaşan bazı hormonlar aracılığıyla uyarılır. Ön lob arteriyal ve portal diye çift kan dolaşım sistemine sahiptir. İç karotit arterin bazı kolları doğrudan doğruya hipofize gelir; diğerleri infundubular bağlantının ve hipotalamusun orta çıkıntısı etrafında kılcal bir yatak meydana getirir. Hipotalamusun etrafındaki kılcalları toplayan portal damalar, infundibulumdan geçerek, hipofizin ön lobunun etrafındaki kılcal damalara bağlanır. Böylece hipotalamus tarafından çıkarılan ve hipofizdeki salgıları serbest hale geçiren faktörler; bu yollar, doğrudan doğruya hipofize ulaştırılır. Bu şekilde hipofizin salgısı denetlenmiş olur.

Ön lob, şekline, büyüklüğüne, boyanma özelliğine ve sitoplazmasındaki granüllerin durumuna ve çeşidine göre en azından beş çeşit hücre içerir. Her tip hücretinin farklı hormon salgıladığı zannedilmektedir. Büyüme hormonu salgılayan hücreler yuvarlaktır. Bu hücreler sitoplazmasında sık ve şekil olarak yuvarlar asidofil granülleri taşır. Prolaktin salgılayan hücreler, karmen ile kuvvetlice boyanır, granülleri, büyüme hormonu salgılayan hücrelerindekinden daha büyük ve daha ovaldir.

İlk tanımlanan büyüme hormonu hipofiz hormonudur (Somatotropin). 1860 yılında hipofiz bezinin büyümesiyle “Gigatizim (Devleşme)” arasında bir ilişki bulunmuştur. 1921 yılına gelindiğinde Evans ve Long, sığır hipofizinden büyüme hormonunu özütlediler; 1944 yılında da saf olarak izole edildi. Büyüme hormonu, 188 aminoasitten oluştur tek bir peptit zinciridir. Eoznifol hücreler tarafından salgılanır. Kemiklerin epifiz kısmının ve vücudun büyümesini, hücre protein miktarının artmasını sağlar. Hipofiz bezinin büyüme çağında aşırı çalışması veya az çalışması durumunda vücuttaki büyüme bununla doğru orantılı olur fakat organlar arasındaki büyüme oranı aynıdır. Ancak hipofiz büyüme çağından sonra aşırı çalışmaya devam ederse organlar ve kemikler kendilerine has bir şekilde büyümeye devam eder. Yalnız bazı kemikler bu hormona karşı duyarlılıklarını büyüme çağından sonra yitirdiği için, bu kendine has büyüme sadece belli organlarda olur. Buda vücudun orantısız olmasına neden olur.

Değişik türlerde, büyüme hormonunun, aminoasit bileşimini ve etkinliği bakımından belirli farklılıklar gösterdiği bulunmuştur. Örneğin, sığır büyüme hormonu, farelerin büyümesini sağlar; fakat insana ve maymuna herhangi bir etkisi olmaz. İnsanın ve maymunun hipofizinden hazırlanan büyüme hormonu, insanın ve maymunun büyümesini aktive eder. Bu hormon, büyümenin ötesinde, protein, yağ ve karbonhidrat metabolizmasına da etki eder.

Adrenokortikotropik hormon (ACTH) 39 aminoasit içeren tek zincirli bir proteindir. Çok hızlı sentezlerinir ve pek az hipofizde depolanır. Hemen plazmadan uzaklaştırılır. Biyolojik yarı ömrü 20 dakikadır. Hipofizin bazofil hücrelerinde sentezlenir. ACTH, eklem romatizması (arterit) ve alerjilerde tedavi amacıyla kullanılması nedeniyle tanınmıştır. Fakat bu hormonun en önemli görevi, adrenal korteksin büyümesini ve kortikal streoitlerin oluşmasını sağlamasıdır. Hipofizin vücuttan çıkarılmasıyla, adrenal korteks hemen körelmeye başlar. Tekrar ACTH hormonu enjeksiyonu ile korteksin körelmesi durdurulabilir.

Hipofizin tamamen ortadan kaldırılması tiroit bezinin de körelmesine neden olur. Bez hücrelerinin çapı büyür ve follikül hücreleri yassılaşır. Hipfiz bezinin vücuda tekrar implantasyonu veya tirotropin ( TSH = tiroit uyarıcı hormon ) içeren bir özütün vücut içersine enjeksiyonu ile tiroit bezi tekrar eski haline döner. Tirotropin, tiroit bezinde tiroglobulinin yapılmasını ve salınmasını uyarır. Dolayısıyla exophtalmus (gözün dışarıya fırlaması) ve ödem oluşumuna etki eder. Tirotropin salgılanması önlendiğinde, kan plazmasındaki tiroksin miktarı belirli bir düzeye ulaşır. Adrenalin salgısı artar. Tirotropin, moleküler ağırlığı 25.000 olan bir glikoproteindir. Bu bileşiğin karbonhidrat kısmı mannos, fukoz ve N-asetil galaktozaminden oluşmuştur. Büyük bir olasılıkla bazofil hücrelerden salgılanır.

Hipofizin ön lobu tarafından çıkarılan gonadotropinler, yani follikül yaran hormonlar (FSH) ve luteinizing hormon (LH)’un her ikiside glikoproteindir. FSH, moleküler ağırlığı 31.000 olan, %8 karbonhidrat içeren ve “Sialik Asit” taşıyan bir bileşiktir. Eğer neuraminidaz enzimi ile sialik asit parçalanırsa veya amilaz enzimi ile muamelede diğer karbonhidrat grupları koparılırsa, FSH hormonunun etkisi kaybolur. LH, moleküler ağırlığı 26.000 olan daha küçük bir proteindir; farklı türlerde değişik oranlarda karbonhidrat içerir.Bu oran insan için % 4.5 ‘tir.

Üçüncü gonadotropin, laktogenik hormondur; moleküler ağırlığı 25.000 olan 205 aminoasitten meydana gelmiş tek bir peptit zinciri ile oluşmuş bir proteindir. Hipofizin ön lobundaki bazofil hücrelerinde sentezlenir.

Glikoproteinli bu üç hipofiz hormonu (TSH, FSH ve LH) alfa ve beta denen iki alt birimden oluşmuştur. Her üçünde de alfa alt birimi birbirine çok benzer; buna karşılık beta alt birimi biyolojik özellikleri bakımından birbirinden açıkça farklıdır. Hormonlar kendilerini oluşturan alt birimlere ayrılabilir. Bu alt birimler yalnız başlarına ya pek az ya da hiç biyolojik aktiflik göstermez. Eğer bu iki bileşik yan yana getirilirse, tekrar biyolojik aktiflik kazanırlar. TSH’nin alfası ile FSH’nin betası birleşebilir; fakat betayı FSH’den aldığından onun aktifliğini gösterir.

Prolaktin ya da laktogenik hormon, estrojenin ve progestronun salgılanmasını ve süt bezlerinin harekete geçmesini sağlar. Göğüslerin gelişmesinde laktogenik horonların etkisi yoktur. Bu gelişmeyi estrojen ve progesteron sağlar. Progesteron, laktogenik hormonun etkisini inhibe eder ve bu inhibisyon doğuma kadar kaldırılmaz. Doğumdan sonra progesteronun azalması ile prolaktin aktif hale geçer ve süt salgılanır. Prolaktin, özellikle memelilerde, yavruya bakma içgüdüsünü harekete geçirir. Büyük bir olasılıkla hipofizin ön lobundaki bazofil hücreler tarafından salgılanırlar.

Testislerin gelişmesi ve işlevi, FSH ile LH hormonlarının denetimi altındadır. FSH, seminifer ( ya da sperma ) tüplerinin hacmini büyültür (testislerin büyümesi). Normal sprematogenezis için hem FSH’ya hem LH’ya gereksinme vardır. Fakat yalnız LH, testisin intersititial hücrelerini uyararak erkeklerin hormonunun üretimini sağlar.

Orta lob, ön lobun hücrelerinden daha küçüktür ve bazofil hücreleri içerir. Bu hücrelerin bazıları granüllü, bazıları granülsüzdür. Arka lob miyalinsiz sinir liflerinden ve kahverengimsi sitoplazmik granülleri içeren dalı hücrelerinden oluşmuştur.

Hipofizin orta lobu “Intermedin = Melanofor Hormonu = Melanosit Uyarıcı Hormon” denen bir hormon salgılar. Bu hormon canlıların deri renklerini ayalar. Hipofizektomide ( hipofiz çıkarılmasında ) deri sürekli açık renk alır; intermedin enjeksiyonu ile koyulaşma tekrar sağlanır. Kromatoforlar içindeki pigmentlerin toplanması doğrudan doğruya intermedin maddesinin miktarı ile ilgilidir; herhangi bir şekilde sinirsel işlev söz konusu değildir.

Arka lob iki hormon içerir; “Oxytocin ve Vasopressin”. Sonuncu hormon “Antidiuretik Hormon” veya ADH olarak da bilinir. 1955 yılında Vincent Du Vigneadu, bu iki hormonun moleküler yapısını aydınlatarak sentezledi ve bu başarısından dolayı da Nobel Ödülü aldı. Her ikisi de dokuz aminoasitten oluşmuş bir peptit zincidir. Aminoasitlerin çoğu her iki hormonda da aynıdır. Yalnız iki aminoasitleri değişik olmasına karşın, fizyolojik özellikleri bakımından birbirinden tamamen farklıdır. Oksitosin rahim kaslarının uyarılmasında işlev görür. Bu nedenle bazen doğum sırasında enjekte edilir.

Vazopressin, düz kasların kasılmasını ve bununla ilişkin olarak arteriyollerin (atardamar özelliği gösteren kılcaldamarlar) etrafındaki kasların büzülmesini sağlayarak kan basıncının yükselmesine neden olur. Keza bu hormon, suyun böbrekteki Henle loblarından ve kıvrık tüplerin uç kısımlarındaki hücrelerden geri emilmesini düzenler.

Bu iki hormon, gerçekten arka lobtan değil, beynin paraventriküler çekirdekçiğinden ve supraoptik yapıda bulunan nörosekseresyon hücrelerinden salgılanır. Daha sonra hipotalamik-hipofiziyal akson boyuncu taşınarak arka lobta birikir. Beyin çekirdekciklerinden birinin veya hipofize bağlayan sinirsel bağların ya da arka lobun yaralanması, ADH hormonunun salgılanmamasına ve “Diabetes İnsipidus” denen hastalığın ortaya çıkmasına neden olurmuş. Bu hastalıkta, böbrek, suyu geriye emme yeteneğini kaybeder; günlük idrar miktarı 1-2 lt.’den 10-25 lt.’ye yükselir. Hasta korkunç bir susuzluk duyar ve sürekli su içer. ADH enjekte etmekle tüm bu arazlar ortadan kalkar; fakat enjeksiyonun birkaç günde bir tekrarlanması gerekmektedir.

Hipofiz bezinin işlevleri, belirli zamanlarda, oraganizmanın gereksinmelerine göre, belirli miktarlarda değişik hormon çıkarması bakımından oldukça karışıktır. Tropik hormonların her birinin bu bezden serbest bırakılması, tepki organlarından gelen hormonların denetimi altındadır; örneğin ACTH, kortizol tarafından organlarından edilir. Bu durdurma ve başlatma mekanizması, hipofiz bezinin ve tepkime organlarının belirli bir denge içerisinde çalışmasını sağlar.

Hipotalmus da hipofiz bezinin çalışmasında önemli bir denetim merkezidir. Hipotalamusun belirli merkezlerinden çıkan aksonlar, orta tepe denen kısımlarda sonların. Bu aksonların ucundan çıkan bazı faktörler, portal damarlarla hipofize taşınır ve orada özel hipofiz hormonlarının serbest hale geçmesini sağlar. Örneğin, ACTH hormonu, orta tepenin elektriksel olarak uyarılması sonucu oluşur; fakat hipofiz bezinin arka lobuna akson gönderen supraoptik çekirdekçikler uyarıldığında bu salgı meydana gelmez. Hipofiz ile hipotalamus arasındaki kan damarları kesilirse, elektiriksel uyarımda sonuç vermez. Eğer orta tepeye giden sinirler tahrip edilirse, streslere cevap verildiğinde ACTH hormonu uzun zaman çıkarılamaz.

F) Testis:
Testislerin seminifer tüpleri arasında bulunan Leydig interstitial hücreleri, testosteron gibi androjenik hormonları salgılar. 1849’da Berthold, testislerin, ikincil erkeklik özelliklerinin gelişmesi için kanla taşınan bir maddeyi salgıladığını tahmin etti. Fakat androjen hormonlardan en önemlisi olan “Testosteron” ancak 1935’de bulunabildi. Testosteron genel olarak metabolizma üzerinde ve hücre proteinlerinin oluşumunu uyarma ile de (anabolik tepkimelerde) büyüme üzerinde etkindir. Androjen hormonun vücuduna enjekte edilmesi, özellikle kaslardaki protein sentezinin uyarılmasına ve dolayısıyla vücut ağırlığının artmasına, keza bunun yanında karaciğer ve böbreklerin hacimce küçülmesine neden olur. Kemiklerin irileşmesini ve kalsiyum birikmesini sağlar.

Testosteron ve diğer androjenler, büyümeyi uyarır ve ikincil erkeklik özelliklerinin oluşumunu sağlarlar. Bunlar dış eşey organlarının büyümesi, seminal vezikül ve prostat gibi yardımcı bezlerin büyümesi , sakalın ve göğüs kıllarının çıkması, sesi kalınlaşması, psikolojik olarak erkeksi davranma, vs. gibi değişikliklerdir. Erkek eşey hormonları, her iki eşeyde de kısmen Libido (çiftleşme için arzu)’nun ve kavuşma davranışlarının artmasına neden olur.

Olgunlaşmamış bireylerde testislerin çıkarılması ikincil eşey özelliklerinin gelişimini önler. Kısırlaştırılmış insanlarda, yani hadımlarda, ses perdesi incelir, sakal çıkmaz, eşeysel organlar ve eşeysel bezler küçük kalır. Keza kemiklerin sertleşmesi azalır ve kemik epifizinin belirli yaşlarda uzaması durdurulamadığı için, tipik bir boy uzaması görülür. Metabolizma ve uyarılabilme yeteneği düşer; dövüşme ve saldırganlık eğilimleri azalır. Kaslar ince lifli ve yumuşaktır, yağ birikimi alışılagelmiş yerlere değil de, genellikle dağınık bir şekilde depolanır. Bu nedenle buruk edilmiş hayvanların kas lifleri arasına dağılmış durumda yağ toplanır; bu da, yumuşaklığı sağladığı için, etin değerini yükseltir. Erkeklerde, özellikle kalçalara yağ toplanmasına neden olur. Bazen bu yağ toplanması aşırı şişmanlıklara neden olur. Androjenik hormonların eksilmesiyle yaşlılık belirtisi olan “yaşlılık osteoporose”’u ortaya çıkar Kastrasyon, haremde çalışacaklara ve koroda şarkı söyleyecek erkeklere uygulanmıştır. Birçok evcil hayvan, sakinleştirilmek için kısırlaştırılır ancak bu hayvana testosteron enjekte edildiğinde tüm eşeysel özellikleri oluşur.

Testislerin vücut boşluğundan testis torbasına (skrotum) inememesi “Cryptorchidism) denen bir bozukluğun ortaya çıkmasına neden olur. Bu bireyler kısır olur; fakat normal olarak testosteron üretirler. Torbaya inmeyen testislerin sperma meydana getirecek tüpleri mikroskop altında incelendiğinde içindeki hücrelerin köreldiği; fakat hormonları meydana getiren interstitiyal hücrelerin normal olduğu görülür. Sperma tüpleri  sıcaklığa karşı çok duyarlıdır; vücut boşluğunun sıcaklığı testis torbasının sıcaklığından 3-4 derece daha yüksektir. Bu sıcaklık farkı ise tüplerin tahrip olmasına yeterlidir. Belirli bir süre yüksek sıcaklığa ya da ateşli bir hastalığa tutulan erkekler geçici olarak kısırlaşabilirler.

Hipofiz bezinin çıkarılması hem interstitiyal hücrelerin hem sperma tüplerinin körelmesine neden olur. Androjen salgılar azalır ve ikincil eşeysel özellikleri körelmeye başlar. Sperma tüplerinin gelişimi ve spermatagonezisin oluşumu FSH, LH ve testosteronun ortak işlevi sonucu ortaya çıkar. Aşırı testosteron veya estrojen verilmesi, hipofizin FSH ve LH çıkarmasını önlendiği için testislerin körelmesine neden olur. Günlük sıcaklık ve ışık değişimi, beyini ve özellikle hipotalamusu uyararak hipofiz bezinden gonadotropin salgılatacak etkinin doğmasına ve böylece testislerin büyümesine, ikincil eşey özelliklerinin meydana gelmesine ve bireyin kavuşma davranışlarının ortaya çıkmasına neden olur.
 
G) Ovaryumlar (Yumurtalıklar):
Ovaryumlar yumurta meydana getirmenin yanında, endokrin bez ödevini de görür. Estradiol, Estron ve Progesteron denen steroyit hormonları üretirler.

Hem yumurtalıklar hem de testisler mezonefrozun alt kenarındaki genital kenardan, mezoderden, türemişlerdir. Yumurtalıkların her biri germinal epitel mezoteliyumun çevirdiği bir hücre yığınından oluşmuştur. Embriyonik gelişim sürecinde, besin kesesinin epitelinden köken almış primordiyal eşey hücreleri, eşeysel bezlerin içine göç ederler.

Oositler gelişirken etrafını germinal epitelden meydana gelmiş hücreler sararak bir follikül yaparlar. Bu hücreler çoğalarak yumurtanın etrafında Stratum Granulosum denen kalın bir tabaka oluşturur. Follikülün içi sıvıyla doludur. Yumurtalığın bağ dokusu, follikül etrafında “Theca” denen kalın bir tabaka meydana getirir. Follikül genişledikçe, içi follikül sıvısıyla dolar ve yavaş yavaş yumurtalığın dış yüzüne doğru itilmeye başlar. Sonuçta follikül patlayarak, yumurta, peritonal boşluk (karın boşluğu) içerisine düşer ve oradan fallopian hunisinin tüpleriyle ovidukt kanalına alınır. Bu evre, ovulasyon ( yumurtlama ) olarak bilinir. Eğer yumurta oviduktta döllenirse ulaştığı uterusun (rahim) içini astarlayan endometriyum doku içerisine gömülür ve gelişmeye başlar.

Follikül parçalanmasından sonra, geriye kalan follikül hücreleri çoğalarak ve çapları büyüyerek içerideki tüm follikül boşluğunu doldurur. Granuloza ve teka hücreleri beraberce “Corpus Leteum”’u olşutururlar. Bu sarımsı cisim yumurtalığın uüzünden katı yapılar halinde dışarıya doğru uzanır. Eğer yumurta döllenirse, korpus luteum aylarca kalır ve salgı çıkarmaya devam eder; döllenmese iki hafta içinde beyaz renkli, küçük bir yapıya “Corpus Albican”a dönüşür.

Histokimyasal bulgular, teka hücrelerinin estrojenin; korpus luteumun granuloza hücrelerinin de progesteronun kaynağı olduğunu göstermektedir. İlk bulunun estrojen, 17-β-estradiyol, estron ve estriyol gibi metabolik estrojenlerdir. Estradiyol eşeysel olgunluktaki değişiklikleri meydana getirir; rahimin, vajinanın, memelerin büyümesini, iskelet kaslarındaki değişiklikleri, bununla ilişkin pelvisin genişlemesini, sesin kalitesinin değişmesini, eşey organlarında dişiye özgü kıllanmaları, dişiye özgü yağlanmayı ve aybaşlarının görünmesini vs.’yi sağlar. Döllenmiş yumurtanın rahim içerisindeki endometriyal dokuya gömülmesi için, bu dokunun tam olarak gelişmesi gereklidir. Endometriyal dokunun gelişmesi için de hem progesterona hem de estradiyole gereksinme vardır. Embriyonun rahim içerisindeki gelişiminin sürdürülmesi için progesterona ve keza gebelik sırasında memelerin gelişimi için bu hormon ile estradiyola gerek vardır. Estradiyola ve estronun ikisine birden estrojen denir. Estron idrarda bulunur ve estradiyol gibi etki yapar. Yalnız potansiyel olarak estradiyolün ancak %20’sine sahiptir. Hamile dişilerin idrarının, hamile olmayan dişilere enjekte edilmesiyle, onlarda hamilelik belirtilerinin ortaya çıkması, bur hormonla birlikte, idrarda progesteronun ve gonadotropinlerin artmasından dolayıdır.

Birincil eşey hormonu estradiyol ( 18 karbonlu ), öncelikle erkek eşey hormonlarından ( 19 karbonlu ) ve keza ikincil dişi eşey hormonu progesterondan ( 21 karbonlu ) sentez edilir.

H) Diğer Endokrin Bezler:
a) Timüs ( Thymus ): 
Kalbin ve göğüs kafesinin hemen üzerinde bulunur. Solungaç keselerinin boğumlanması ile meydana gelen bir epitel cisimciği şeklinde oluşur. Genç evrelerde bu kez büyüktür; fakat eşeysel erginliğe ulaştıktan sonra yağlanmaya ve körelmeye başlar. Bu bezin büyümede ve eşeysel olgunluğa ulaşmada etkisi olduğu varsayılmaktadır. Ancak insanda bezin dışarıya çıkarılmasıyla bir anormallik görülmemiş ya da özütünün vücuda verilmesiyle herhangi başarılı bir endokrin işlevinin olduğu saptanamamıştır.

b) Epifiz:
Talamusun üst yüzeyinde, yuvarlak yapılı bir bezdir. Beyin yarım kürelerinin arasında bulunur ve ebriyolojik olarak beyinin dışarıya doğru büyümüş uzantısıdır.

Bu bez, triptofandan sentezlenen methoksi indol ( Melotonin )’ü salgılar ve bu, 5- hidroksi triptamine ( Serotonin ) çevrilir. Serotonin, amin azotunda asetillenmiştir ve hidroksi indol –O- metil transferaz enzimi ile 5- hidroksi grubuna bir metil eklenmiştir. Bu son enzim yalnız epifizde bulunur.

I) Endokrin Bezler Arası İlişki:
Bir bezin işlevlerinin diğer bezlerin işlevlerine değişik ölçülerde etki ettiği ve tümünün aralarında bir bağlantı sistemi oluşturarak vücudun aktivasyonlarını düzenledikleri bilinmektedir. Hipofiz bezinin, tiroit, adrenal ve eşeysel bezlerin aktivasyonunu düzenlediği bulunduğu zaman; bu bezin “usta” bez olduğu ve diğerlerini denetim altında tuttuğu izlenimi bıraktı. Fakat daha sonraki araştırmalarda bu bezin de karşılıklı etkiler göstermek koşuluyla hipotalamus tarafından denetim altında tutulduğu anlaşıldı. Bu durumda hipofizin ikinci dereceden denetleyici bez olduğu ortaya çıktı.

Estradiyolün, progesteronun, FSH’nin ve LH’nin menstrual çemberin düzenlenmesinde; estrojennin, progesteronun ve prolaktinin memelerin gelişmesinde ve işlev görmesinde rol oynadığı bugün tam olarak açıklanmıştır. Karbonhidratların, yağların ve proteinlerin metabolizma hızı, tiroksin, insülin, epinefrin, glukagon, büyüme hormonu, kortizol, estradiyol ve testosteronun etkisi altındadır. Keza normal büyüme, büyüme hormonu ve tiroksinin haricinde insülin, androjen ve diğer birçok hormonu da gerektirir.

 
  sitemizi 21592 ziyaretçi ziyaret etti


 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol